5 Şubat 2011 Cumartesi

HÜZÜN VE MUTLULUK..

Hayat ne garip değil mi? Hayatınızdan birisi çıkarken onun yerini alabilecek diğeri ansızın giriveriyor. Ama farklı sevgilerle.. Aşık olduğunuzun yerini canınızdan olan taparcasına sevdiğiniz diğer bir canlı alıveriyor. Hayal kırıklıklarınız her aklınıza geldiğinde nefes alan o küçük, şirin bebişe bakıyorsunuz ve o tüm acılardan sonra sizi durmamacasına tekrar gülümsetebiliyor.
Hayatın döngüsü bu olsa gerek. En sevdiğiniz elinizden kayıp giderken mutlaka başka bir şey sizi hayata tekrar en baştan bağlıyor. Düşününce tüm yaşananları; mutluluğun arkası hüzün, hüznün arkası mutluluk.. Bu döngü devam ediyor; belki de hayatın kuralı budur. Kalıcı hüzün olmadığı gibi kalıcı mutluluk da olmasa gerek.
Her aklınıza geldiğinde sizi içten acıtan kişiler, olaylar, anlar mutlaka vardır. Zamanla bu acıtmalar yerini burukluğa bırakıyor. Burukluklar zamanla daha az hissediliyor. Hayatta her şey geçiyor. Bazıları geçerken derin izler bırakırken bazıları arkasına bile bakmıyor. Düşünüyorum da belki de zihinlerimiz bu izleri büyütüyor; belki de en çok bizler kendi kendimizi üzüyoruz.
İnsanoğlu kendisini ayakta tutmayı başarabilmeli. Kendi isteğiyle çekip gidenin ardından kaybetmemeli kendini anılarda. Hayatını hüzne çevirmemeli. Başlamalı bir yerden. Belki bir kitaptan ; belki bir şehirden ;belki minik bir bebeğin gülüşünden. Acı çektiren gerçekten sizi, onu sevdiğiniz kadar sevseydi bu acıyı çekmezdiniz. Kendinden geçercesine yaşanılan sevgi; sizi mutlu etmiyorsa bu sevgiyi yaşamanın anlamı ne? Sevgi mutlu olmak için değil mi, sevgi huzur için değil mi, sevgi güzel bir beraberlik için değil mi? Tüm bunlara sahip olmayan bir sevginin bekçisi olmak neden?
Değerli olmayı hak eden kişilere değer biçtiğiniz, sizi değersiz kılan sevgilerden uzak olmayı becerebildiğiniz, sevgi dolu günler diliyorum.


15 Aralık 2010 Çarşamba

HAYATTA YENİ BİR PENCERE MUTLAKA VARDIR


       Hayat bu sıralar çok mu üstüne geliyor? Hiç olmadığın kadar kötü müsün, sorguluyor musun sürekli neden böyle olduğunu? Belki de yaşadıklarından ziyade sen de bir fark vardır. Belki de hayata baktığın o her zamanki yerinden ayrılarak başka noktalara geçmişsindir. Olaylara her zamankinden farklı, her zamankinden karamsar, her zamankinden kuşkucu bakıyorsundur. Seni değiştiren bakış açın olamaz mı?
      Farkına varamıyoruz çoğu zaman. Hayat akışında devam ederken bir anda kendimizi içinden çıkamayacağımız durumlarda buluyoruz. Nefes alırken bile birisinin boğazımıza yapıştığını, boğazımıza yapışan bu ellerden hiç kurtulamayacağımız düşünüyoruz. Son noktaya gelmiş gibi... Belki de çoktan gelmiş oluyor silkinme vakti. Olaylar bu kadar arka arkaya garip, içinden çıkılmaz hale geldiyse hiçbir şey yapmadan durup beklemek mi lazım? Durup bekledikçe büyümeyecek mi yaşanılanların acısı? O zaman hayata farklı bir pencereden bakmak gerekli. Mutlaka vardır perdesi açılmamış karanlıkta kalan bir pencere. Biraz cesaret edip o perdeyi aralamalı, hayata bir de o pencereden bakmalı,biraz da oradan nefes almayı denemeli. Her pencere yeni bir umudun aralayıcısı olacaktır. Her pencere yeni güzelliklerin habercisi, yeni başlangıçların habercisi olacaktır.
        Belki de insanoğlu acılarına acı katarak kendini cezalandırıyor, belki de yenilmeyi seçerek en kolay olanı yapıyor. En çok istediğin, uğrunda çok mücadele verdiğin ideallerin olmuyor. Belki de doğru zaman değildir, belki de olması daha çok acı çektirecekti. Bilemezsin ki neyin senin için en iyisi olacağını. O zaman bir şey olmuyorsa, elbet diğeri olacaktır, diğeri olmuyorsa ondan sonraki olacaktır. Sen pes etmeyeceğin sürece kim sana engel olabilir? Aslında hayatımızı zorlaştıran biziz. Hayatımızdaki pencerelere o kadar bağlı kalmışız ki bir tanesi kapanınca bizim için gün bitiyor, güneş doğmuyor. Peki ya arkamızdaki kapalı pencere o ne olacak? Perdeyi aralamak ilk başlarda zor olacak ama zamanla öğreneceğiz yeni perdeleri aralamayı.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Ne dersin?

Ben seni bir anda sevmedim ki. Tanıdım, önce düşüncelerimle sonra da karşı koyamadığım duygularımla. Her gün yeni bir duygu yarattım sana yüreğimde. Silinmesi zor, silinmesi istenmeyecek, silinmeye cesaret edilmeyecek. büyüttüm seni düşlerde, şarkılarda, şiirlerde en önemlisi yüreğimde.
      Kimse göremedi benim gözümden seni. Kimse de benim baktığım gibi bakamaz sana. Sen hiç birinin nefes alışlarını dinlerken mutluluk duydun mu? Sadece yanında olmasının işareti olan nefes alışlar seni dünyanın en mutlu insanı kıldı mı? Sen hiç her sabah aynı düşü görerek uyandın mı? Mutlu sona az kala nefes nefese.. Sen hiç hayatını bir insana uyarladın mı? En azından denedin mi, vazgeçmeyi, göze alabildin mi kaybetmeyi? Duymadın, mutlu olmadın, uyanmadın, uyarlamadın. Bunlar senin cevapların. Sakın bana bencil deme, sen hiç iki kişilik sevebildin mi?
        Bu aşkı ben iki kişilik yaşadım. İki kişilik sevdim, üzüldüm, acı çektim. Pişman mıyım? Tabi ki değilim, gene olsa gene yaşarım. Gene en sevdiğin şeyleri yaparım sırf mutlu ol diye. Çünkü senin bir tebessümün bile beni mutlu etmeye yeter. Şu an yaşadığını bilmek, aynı yeryüzünde olmak, beni arada sırada olsa da düşündüğünü bilmek bile beni mutlu ediyor. Sen aklıma geldiğinde küçük bir tebessüm yayılıyor yüreğime. Peki kalbime yayılan acılığa ne diyeceksin? Nefes almamı engelleyen, yüzün yüreğimde canlanınca yaşadığım, bir anlık ama bir ömre bedel acı.
     İnsan alışkanlıklarından çok zor kurtulurmuş, atamazmış hayatından. Sen benim en büyük alışkanlığım olmuşsun. Okuduklarımdasın, yazdıklarımdasın, izlediklerimdesin, ailemde, arkadaşlarımdasın, yürüdüğüm yollarda, gittiğim şehirlerdesin, bakışlarımdasın, en önemlisi de yüreğimdesin. Atamıyorum, kaçamıyorum, uzaklaşamıyorum senden. Belki de hala bir umudum var; atmak, kaçmak, uzaklaşmak istemiyorum. Ne dersin?ben seni zamanla sevdim

10 Aralık 2010 Cuma

Berrak renkte kapkara bir sevdam var...

Tüm renkler kirlenmeye başladı; önceliği beyaza verdiler. Çünkü beyaz kirlenmesi en kolaydı. Her türlü renk onu etkisi altına alabiliyor, kendine ait bir renk olmasına olanak vermiyordu. Beyaz tüm berraklığını yitiriyordu; karalaşıyordu, bulanıklaşıyordu. Hiç bir zaman bir sevdanın rengi olamadı. Hiçbir sevda berrak kalamadı, sonunda rengi değişti. Kimi zaman kıpkırmızı; kimi zaman kapkara..
      Peki ya benim sevdam? O kadar masumdu ki, o kadar açık, o kadar temizdiki. Söylemeye kıyamadığım, yaşamaya doyamadığım, unutmaya bırakamadığım.. Her şeyden uzak tuttuğum, küçük dünyamın tek avuntusu, yüzümdeki tebessümün tek sebebi... Peki başarılı olabildim mi? Sevdamı en beyaz haliyle bırakabildim mi, koruyabildim mi tüm renklerden?
         Hiç ummadığım zamanda bir renk yanaştı duygularıma. Engel olamadığım, karşı koyamadığım. Yavaş yavaş beyazlıklar siyaha döndü, beyaz umutlarım, berrak düşlerim... Kendimi kapkara bir mahsende buldum. Her yerde kara sevdamın izleri vardı. Beni içine almıştı. Dışarı çıkmak istiyor, sevdamı orada bırakamıyordum. Onu dışarıya çıkaramıyordum. Çıkarırsam benim sevdam olmayacaktı ki. Bir kere karalara bürünmüştü, kaybetmişti tüm saflığını. Ama o benim berrak renkte kapkara sevdamdı. Ne kadar hayalimdekinden uzaklaşsa da kalbimdeki berraklığa kimse engel olamazdı. Evet, belki bir mahsendeydik, belki kapkaraydık ama hayallerde hep berraktık. Kimse bu berraklığa engel olamazdı, kimse...

YENİ BİR GÜN, YENİ BİR UMUT,YENİ BİR BAŞLANGIÇ...

Aslında ne kadar kolaydı bir insanı mutlu etmek. Bir insana seni seviyorum demek, ne kadar değerli olduğunu söylemek, tebessüm etmek... Nedense insanoğlu hep kolay olanı yapmayı seçiyor. Kırmayı, yıkmayı, acı çekmeyi, kabullenmeyi seçiyor. Değiştirebileceği durumları görmezlikten geliyor, alışılmışın dışına çıkmıyor, mutsuzluğa daha çok sahip çıkıyor.
   Aslında şu an karın yağışını izlerken aklıma mutlu olabileceğim zamanlar yerine mutlu olduğum zamanlar gelebilirdi. Ama bir şey hep engel oldu bana. Söylemek istediklerim dilime dolandı, yapmak istediklerim asılı kaldı bir yerlerde. Ben acı çekendim, ben ifade edemeyen, ben konuşamayan, ben yalnız, ben kabullenen...
    En azından bundan sonraki yaşanacakları kurtarmak için bir şans vermeli kendimize. Söyleyeceklerimizi dizginlemeden aklımıza gelenleri korkusuzca sevdiklerimize söylemeli. Yakıp yıkmaktansa, kurtarmayı, başlamayı seçmeli. Aslında belki de her şey bu kadar kolay. Başlamak.. Sadece başlamasını bilmeli insanoğlu. Bir yerden, bir anda, bir sözle... Bir defa kırınca zinciri devamı gelecektir.
     Kar taneleri küçük küçük umutlar halinde düştü yüreğime. Hayatın alıp götürdüklerini değil de getireceklerini düşünmemi sağladı. Her düşen kar parçası yeni bir mutluluğun, yeni bir heyecanın, yeni bir tebessümün kapısını açtı yüreğimde. Belli ki bu kapılar kapanmıştı geçmiş bir zamanda. Açmak için bu soğuk gün doğru bir zaman mıydı? Evet, doğru bir zamandı. Çünkü kapıdan içeri girecek duygular tüm içtenliğiyle ısıtacaktı yüreğimi. Yeni bir gün, yeni bir umut, yeni bir başlangıç...

9 Aralık 2010 Perşembe

Pamuk şekerim, karanfilli zerdem, anılara yolculuk...

  Pamuk şekerim hiç bitmesin isterdim. Ağzım yüzüm boyanırdı ama elimden kimse alamazdı şekerimi. Geçenlerde pamuk şekercinin önünden geçiyordum. Aldım elime pembe bir tane oturdum deniz kenarına. Her ısırışımda çocukluğumdan bir anı geliyordu gözümün önüne. İki örgülü saçlarım, renk renk tokalarım, arkadaşlarım, oyunlarımız... Birden fark ettim ki bir pamuk şeker beni nerelere götürmüştü.
     Aslında anıları ortaya çıkarmamızı sağlayan nesnelerdi. Bizde hatırası olan belki de geçmiş zamanda önemini kavrayamadığımız nesneler önümüze hiç olmadık zamanda çıkarak bizi anıların içinde bir yolculuğa sürüklüyordu. Tıpkı eski bir şarkıyı dinlediğimizde içimizde kopan fırtınalara engel olamadığımız gibi bu yolculuklara da engel olamıyoruz.
     Anneannem her zaman bana zerde pişirirdi. Zerdeyi çok sevdiğimi bilir, ne zaman onu ziyaret edecek olsam bir kase karanfilli zerdem evde beni beklerdi. Yıllar sonra anneannemi kaybedince artık zerde yemez oldum. Geçenlerde reklamlarda gördüğümde kendimi yedi yaşında elimde zerde kasesiyle anneannemin karşısında otururken buldum. Gene bir yolculuktaydım önüne geçemediğim. Sonra ilkokulu bitirdim, ortaokula geçtim derken lise ve üniversite.. Üniversiteden geldiğim bir sabah kapıyı tıkladığımda acı haberi almıştım ve artık hayatımda ne karanfilli zerde vardı ne de her daim saçlarımı sefkatle okşayan dert ortağım anneannem.
     İşte hayat böyle anılara yolculuklarla aksamalar yaşayarak devam ediyor. Kimi zaman bir pamuk şekerin pembeliğinde kayboluyorsun; kimi zaman da karanfilli bir zerdenin unutulmaz tadında.

EN YAŞANILASI, EN VAZGEÇİLMEZ...

Hayallerim belki de sağlıyor ayakta kalmamı. Her gece hayal kurarım olmak istediğim karakterlere can veririm hayallerimde. öyle cesurumdur ki hayal kurarken nasıl olsa kimse bozamaycak bu hayelleri. Kimse müdahale edemeyecek, kimse bilemeyecek. Hayallerimin sonu hiç gelmez, uykuya yenik düşerim. Belki de sonları sevmeyişimdendir uyumalarım.
    Hayatı hiç bir zaman mantığımla yaşayamadım zaten yaşamaya da niyetim yok. Elbet en kötü anlarda bile beni kurtaracak can simidi hayallerim vardır. Ama şunu da gördüm hayallerim elbet can buluyor. Belki seneler alıyor ama can veriyorum o karakterlere. Belki de hayal kurdukça daha çok çabalıyorum. Daha kimse yok edemedi bir hayalimi. Sanırım olmayacağını bildiklerimin hayalini kurmaktan hep kaçtım. Hayaller de bile mantıklı olabilmek.. Bana özgü bir durum olmalı...
      Yoksa geçek hayatta umduklarını bulamayanların bir kaçış noktası mı hayal ettikleri? Belki de.. Ama ne olursa olsun hayata bağlayıcı, düşünürken tebessüm ettirici, az da olsa umut verici, yaşama bağlayıcı. Belki de insan oğlunun en saf yönü, en el değmemiş, en mahrem.. En yaşanılası, en vazgeçilmezi.